28 Kasım 2008 Cuma

ART BY CHANCE Kisa Film Festivali

Bu global festivalin en can alıcı noktası filmlerin film salonları yerine şehrin dört bir yanına yayılan dijital ekranlarda gösterilecek olmasıymış. Jüri tarafından seçilen filmler; Amerika, Kanada, Hollanda, Türkiye ve Almanya gibi ülkelerin 15 şehirinde en beklenmedik noktalarda karşımıza çıkıyor. ART BY CHANCE ile metropole yayılacak olan filmler “yolculuk” temasını işleyecekmiş, tanıtım ve reklam filmleri yokmuş. Kurmaca, belgesel, animasyon ve video art‘ın her örneğine açık olan festivalde yarışmaya katılacak filmlerinin 30 sn uzunluğunda ve sessiz olması gerekiyormuş.

Son katılım tarihi: 27 Şubat 2006. Başvuru linki burada, ayrıntılı bilgi burada

4 Ekim 2008 Cumartesi

Schweppes Kısa Film Festivali

Daha önce bahsettiğimiz kısa film yarışmalarından sonra şimdi de bir kısa film festivali haberi. Schweppes yetişkinler için birbirinden güzel kısa filmleri gösterime koymuş. Şu anda gösterimdeki filmler Consequence, Magnifique ve Jet Black. Bir de filmler için oyla-kazan bölümü var. Üye olup beğendiğinz filme oy veriyorsunuz ve çekilişe katılarak sürpriz hediyeler kazanma şansınız oluyor.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Paul Newman [1925-2008]

Sinema tarihinin en ünlü mavi gözlüsü, efsane, isyankar Paul Newman 26 Eylül 2008'de terk-i diyar eylemiş. Butch Cassidy artık yok. En çok sevdiği şey bir V8 motorunun sesiymiş. 1979'da katıldığı Le Man yarışında 2. olmuş. Fotoğraflı biyografisi burada.

80 Minutes / 80 Dakika [2008]

Filmin ana fikri hayatınızın her dakikası çok değerli, sakın boşa harcamayın. O yüzden vaktinizi boşa harcamayın. CD'sini almayın, DVD'sini kiralamayın, TV'de rastlarsanız kanal değiştirin ve 92 dakika 37 saniyenizi boşa harcamayın. Saçma, uyduruk, taklit. İzlerken sinir oldum. Dedim belki sonunda bir numara vardır. Hakkaten varmış film sonunda tam sıçtı batırdı. Oyunculuk kötü, kurgu kötü, senaryo kötü dolasıyıla film kötü.
Buradan Thomas Jahn'a sesleniyorum. Sen git dizi çekmeye devam et. Senin neyine uzun metraj. Sevgili Gabriel Mann sana tavsiyem Thomas bir daha seni ararsa telefonunu açma, yolda görürsen yolunu değiştir. Rüyanda görsen görmemezlikten gel. Böylece kariyerinde daha güzel filmlerde rol alabilirsin. İstersen Paul Thomas'ı arayayım sana bir rol versin.
Natalia Avelon. Bak Natalie yavrum. Ne güzel kızsın. Yakıştı mı sana bu rol? Sen kendini beğendin mi filmde? Bir daha görmiyeyim seni böyle filmlerde. Şimdi dağılın bakayım:)

26 Eylül 2008 Cuma

Filmekimi 2008

filmekimi başlıyor..

3. Nokia Nseries Kısa Film Yarışması

Filmekimi kapsamında bu yıl 3. düzenlenen Nokia Nseries Kısa Film Yarışması'nın başvuru tarihi 10 Ekim - 31 Aralık tarihleri arasında yapılabilecek. Geçen yıl 350'den fazla kısa filmin yarıştığı yarışmaya katılımın bu yıl daha fazla olması bekleniyor. İlk kısa filmleriyle finale kalan finalistler Nokia N96 ile çekecekleri ikinci kısa filmle ödüllü final için yarışacaklar. Yarışmanın önelemeleri 1-30 Ocak 2009 tarihleri arasında Taylan Biraderler başkanlığındaki jüri tarafından gerçekleştirilecekmiş. Geçen yıl çektiği Darbe filmiyle ikincilik ödülünü kazanan, ondan önce Kazım Ada filmiyle üçüncülük ödülünü kazanan ve bu yıl 45. Antalya film festivalinde 2 filmi yarışacak olan Eray Mert'ten bu kez birincilik bekliyoruz. Yarışma için ayrıntılı bilgi burada.

Looking For Eric [2009]

11'09''01 - September 11 11 Eylül [2002] filmindeki kısa filminden de hatırladığımız ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach Eric Cantona'nın hayatını anlattığı yeni filmi Looking For Eric için kamera arkasına geçmiş. Senaryo 11 Eylül filmindeki gibi yine Ken Loach'ın kankası Paul Laverty'a ait. Çok renkli bir kişiliği ve hayatı olan Eric Cantona'nın komedi dram tarzındaki filmi merakla bekliyoruz efem. Acaba Cantona filmde de uçan tekme atacak mı?

Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması

Bu yıl 3. düzenlenen Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali 28 Kasım–04 Aralık 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Bu yıl farklı olarak festival kapsamında Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması da düzenlenecek. Bu yarışmanın amacı da ülkemizde hala yeterli ilgiyi görmeyen, gelişmemiş kısa film sektörünü canlandırmak ve yönetmenleri cesaretlendirmek. Bu yarışmanın diğerlerinden farkı ise diyalogsuz filmlerin yarışacak olması. Yarışmaya son katılım tarihi 10 Ekim 2008. Ayrıntılı bilgi burada

Broken English / Aşkın İngilizcesi [2007]

Filmdeki tek güzel şey Parker Posey. Konusu klasik aşkı arayan ama bulamayan güzel kız ve peşinden Paris'e kadar gittiği Fransız erkeği Melvil Poupaud arasındaki aşk. Melvil Poupaud'a gıcık oldum. Duruşu, hareketleri ve şapkası iğrençti.
Madem fransız erkeği kullanıyorsunuz bari adamakıllı benim gibi yakışıklı, karizmatik birini kullansaydınız. Bu klasik konu bile güzel bir senaryoyla gayet başarılı bir film olabilirdi ama senaryo kötü, oyunculuk kötü, espriler bile kötüydü.
En başta dediğim gibi filmdeki en güzel şey Parker Posey. Zoe R. Cassavetes'e ikinci yönetmenlik ve ilk senaryo denemesi olmasından dolayı fazla yüklenmemek lazım. Sevgili Zoe kendine bir çeki düzen ver ve daha kaliteli yapımlarla karşımıza gel. Olmazsa oyunculuk kariyerine devam et.
Bu da Broken English filminin fragmanı:

16 Eylül 2008 Salı

4. Genç Yetenekler Kısa Film Festivali

Her geçen yıl ilginin giderek arttığı Genç Yetenekler Kısa Film Festivali'nin bu yıl 4. düzenleniyor. Bu yıl "Kültürünü yaşat, kendini anlat" sloganıyla başlayan yarışma genç, amatör ve bu işe gönül vermiş yönetmen adaylarını "kent kültürünü" anlatmaya çağırıyor.Yarışmanın Jurisi ise alanının uzmanları. Ayrıntılı bilgi burada
Ezel AKAY ......................................Yönetmen
İsmail GÜNEŞ.................................Yönetmen
Ali Murat GÜVEN ..........................Sinema yazarı
Nejat BİRECİK...............................Genel Sanat Yönetmeni
Nihal Bengisu KARACA ...............Sinema Eleştirmeni
Coşkun ÇOKYİĞİT ........................Sinema Eleştirmeni
Volkan KARAHASANOĞLU..........Oyuncu
Oktay GÜZELOĞLU........................Kısa Filmciler Der. Bşk.
Psikolog Dr. Zümrüt SEVİNÇ......Yazar
Yrd.Doç.Dr. Nigar POSTEKİ .........Koü Öğrt. Gör.

12 Eylül 2008 Cuma

11'09''01 September 11 / 11 Eylül [2002]

11 Yönetmen, 11 ülke, 11 farklı bakış açısı, 11 kısa film, her biri 11 dakika 9 saniye ve 1 kare. Film Fransız ve İngiliz ortak yapımı. Film bazı festivallerde antiamerikan olarak nitelendirildi. Amerika'nın da büyük tepkilerini çekti.
Yönetmenler film sırasıyla:
Samira Makhmalbaf İran, Claude Lelouch Fransa, Youssef Chahine Mısır, Danis Tanovic Bosna-Hersek, Amos Gitai İsrail, Ken Loach İngiltere, Alejandro González Iñárritu Meksika, Idrissa Ouedraogo Burkina Faso, Mira Nair Hindistan, Sean Penn Amerika, Shohei Imamura Japonya
Kendi ilk 10 listemi yaparsam:

1. Sean Penn'in filmi: İkiz kulelerin gölgesindeki evde karısının hayaliyle yaşayan yaşlı adamın Saat çalmadan önce uyandım bu sabah. Erken kalkarım.. ama alışkanlık işte.. Saatine ihtiyacım var uyanmak için. Çok karanlık. Yeteri kadar ışık yok. Çiçekler bu yüzden soluyor. Benim gibi. lşık onları uyandırırdı. Doğru değil mi? sözleriyle başlayan ve kulelerin ykılışıyla gölgelerin yavaşça evin duvarından aşağıya doğru inmesiyle odanın ışıkla dolması ve pencerenin önündeki solmuş çiçeğin bir anda büyümesiyle doruğa ulaşan bir Sean Penn başyapıtı. Tokat gibi bir film. Filmin Amerika'daki gösteriminde Ken Loach filmi ile birlikte gösterilmemiş.

2. Ken Loach'ın filmi: Ken Loach ingiliz ama filmde Londra'da sürgünde olan bir Şiliinin 11 Eylül'de yakınlarına yazdığı mektubu konu alıyor. Mektupta Şilili adam kendi 11 Eylüllerinden yani 11 Eylül 1973 günü Amerikanın desteklediği General Pinochet'in başkanlık sarayını basıp sosyalist Allende'yi devirdiği ve halka yaptığı zulümden bahsediyor. Amerika'nın diğer ülkelerin içişlerine karıştığı gerçeğini balyoz gibi kafamıza indiren bir film. Kısa filmdeki savaş görüntüleri Patricio Guzmán'ın The Battle Of Chile [1975-77-79] üçlemesinden alınmış.

3. Samira Makhmalbaf filmi: Saldırıların hemen ardından İran'da bir okulda yaşananların anlatan çok içten ve sıcak bir film. Her türlü zorluğa rağmen çocukların gülen yüzü, öğretmenlerinin 1 dakikalık saygı duruşu için tahtaya saat çizmesi ve parmağıyla da saniyeleri göstermesi, Gökdelenin neye benzediğini göstermek için çocukları kremit fabrikasının tüten kocaman bacasının altına götürmesi ve baca-gökdelen benzetmesi eşsizdi.
4. Alejandro Gonzales Inarritu filmi: Doğrudan 11 Eylül'ün kendisini anlatan sesler ve kapkara bir ekran. Arada gidip gelen kuleden atlayan insan görüntüleri. Çığlıklar, imdat çağrıları ve telsiz sesleri.. Filmin sonundaki 'Tanrının ışığı bizi aydınlatıyor mu yoksa kör mü ediyor' cümlesine bir gönderme mi acaba filmin kapkaranlık olması. Bu cümlenin ise önce uzun uzun Arapça gösterilip daha sonra ise İngilizcesinin gösterilmesi bazı kesimlerin bu saldırılıların islam dinine bağlandğı eleştrilerini getirmiş.
5.Mira Nair filmi: Amerikalıların önyargılarını bir tokat gibi suratlarına vuran film. Film yaşanmış bir olaydan esinlenilmiş. Pakistanlı bir gencin ikiz kulelere saldırılardan sonra kaybolması ve tetöristlikle suçlanması, ailesinin yaşadığı dram ve dışlanma.

6.Idrissa Ouedraogo filmi: Annesine ilaç alabilmek için okulu bırakıp gazete satmak zorunda kalan bir çocuğun Usame Bin Laden'e benzeyen birini görmesi ve arkadaşlarıyla birlikte onu yakalayıp ödülü alarak annesini iyileştirmek istemesi ve bu sırada başlarından geçen trajikomik olaylar Idrissa Ouedraogo tarafından farklı bir bakış açısıyla ele alınmış. Böylece en farklı kısa film ortaya çıkmış.

7.Claude Lelouch filmi: New York'ta geçen sessiz bir fransız aşk filmi. Küllerinden doğan bir aşkın hikayesi.
8.Danis Tanoviç filmi: Bütün filmler içindeki en sade ve anlatımı en duru film belki de. Mesaj verme kaygısı gütmeden her ayın 11'inde yürüyüş yapan kadınların bu kez onlar için de yürüyelim dediği güzel bir duruş filmi.
9.Shohei Imamura filmi: İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'da yaşananları anlatıyor Imamura'nın filmi. Savaşta yaşadıklarından dolayı insan olmaktan iğrenen Yukişi yılan olarak yaşamayı tercih etmiştir. Imamura Hiroşimaya atılan atom bombasını ele alarak 11 Elül'e gönderme yapmış. Filmin sonunda verdiği mesaj ise "Kusal savaş diye bir şey yoktur."
10, 11. Youssef Chahine ve Amos Gitai filmleri: En sevilmeyen iki kısa film. Youssef Chahine başrolde kendini oynayarak bütün film boyunca mesaj verme kaygısındaydı. Amos Gitai ise Filistinli bir canlı bombanın Tel-Aviv'deki saldırısı üzerinden işliyor 11 Eylül'ü. Film boyunca koşturmaca karışıklık ve bir TV muhabiri'nin yayın sırasında 11 Eylül saldırılarından dolayı yayından alınması falan

9 Eylül 2008 Salı

Identity / Kimlik [2003]

İlk başta insanların sırasıyla öldüğü dandik bir amerikan filmi gibi görünüyor ama daha sonra olayın bambaşka şeyler olduğunu öğreniyoruz. Klasik katil kim filmlerinde de değil o yüzden katili bulma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanabilir. Ayrıca bir filmde katilin doğru tahmin edilmesi o filmi kötü film yapmaz."Aaa katil buymuş ben sana dedim. Ayy ne dandik filmdi katil uşakmış." Böyle diye diye uşağı kızdırdınız adam da katil oldu ne yapsın.
Korku filminden ziyade gerilim ve gizem filmi demek daha doğru olur. Gerçekten korku filmi izlemek istiyorsanız The Hills Have Eyes (Tepenin gözleri) [2006], The Texas Chainsaw Massacre (Teksas Katliamı) [2003] ve House of Wax (Mumya Ev) [2005] filmlerini tavsiye ediyorum efem.
Film çoğu korku filminde olduğu gibi hiç durmayan bir yağmur ve fırtına havasında geçiyor. Tabii havada kararmış saatte epey geç olmuş. Bu ortam zaten insanları germek için tek başına bile yeterli. Yönetmen James Mangold bunu gayet güzel başarmış. Ortam efsane Se7en [1995] filmini hatırlattı bana.
Zincirleme meydana gelen olaylarla tüm karakterler bir şekilde geceyi geçirmek için küçük bir motelde bir araya geliyorlar. Olayların birbiriyle bağlantısı da gayet başarılı. Herşey birbiriyle ilintili. Bir şekilde kader bu insanları o motelde bir araya getiriyor. Sonra sırayla ölüyorlar. Tam katili bulduk derken film bir anda rayından çıkıyor ve olaylar bambaşka boyutlara ulaşıyor filmde burada diğer filmlerden ayrılıyor işte.
Yönetmen izleyiciyi resmen şamarlıyor. Önce "Ne oluyor oluum. Film şıçtı bak. Mulholland Dr. gibi olmasın bu da" derken herşey yavaş yavaş anlaşılmaya başlıyor. Hatta bu açıklama bence biraz abartılmış. İzelyici biraz mal yerine konulmuş. "Siz anlamazsınız belki ben şurayı da açıklayım, bak aslında şurada da şöyle olmuştu ve film aslında böyle bitiyor" diye James Mangold bize açıklamış.
Keşke bazı şeyler sır kalsaydı gerisini kafamızda kendimiz tamamlasaydık daha iyi olurdu tabii abartmamak koşuluyla. Bu kadar kusur kadı kızında da olu deyip oyunculara geçelim. Filmin kadrosu iyi ve dolayısıyla oyunculuklar da gayet başarılı. Özellikle donmuş ceset rolündeki başarılı rolüyle filmin idari yapımcısı da olan Stuart M. Besser iyi bir performans gösteriyor. Buzdolabı açıldığında yere düşüşü muhteşemdi.
John Cusack filmde kişisel nedenlerle polisliği bırakıp makam şöförlüğü yapan Ed rolünde bizlerle değerli izleyiciler. Mahkumu nakleden polis rolünde ilk Batman filminde Harvey Bent rolü için Tim Burton'un aslında ilk tercihi olan, Goodfellas (Sıkı Dostlar) [1990] filminin Gangster Henry'si Ray Liotta yine döktürmüş. Adamın tipi zaten hiç tekin değil. Aile yadigarı bir üzüm bağını tekrar canlandırıp başına geçmek üzere yola çıkan hayat kadını Paris rolünde A Lot Like Love (Aşk Gibi Bir Şey) [2005] filmiyle gönüllerde taht kuran ve kalkmaya hiç niyeti olmayan Amanda Peet karşımızda.
Örümcek Adam'ın Dr Octavius'u Alfred Molina bu kez Dr. Mallick rolünde. Magnolia ve Boogie Nights filmlerindeki rolü hala akıllarda. Bu adamı görünce nedense içimi bir korku alıyor. Scrubs dizisinin Dr Cox'u John C. McGinley filmdeki tipiyle beni bayağı güldürdü. Saçlarını yana yapıştırınca çok komik olmuş. Buradan hepsini alınlarından öpüyorum. Canlarım benim.
Identity Fragman : The secret lies within

8 Eylül 2008 Pazartesi

Pathology / Kadavra [2008]

Bizim Harvardın başarılı öğrencisi Ted Gray nam-ı diğer Milo Ventimiglia manitasının (Alyssa Milano) babasının yani kayınbabasının torpiliyle ülkenin en taşaklı hastanelerinden birinde patoloji stajına başlar.
Tabii her horoz kendi çöplüğünde öter misali buradaki elemanlar bizim Ted'i dışlarlar ve pek sallamazlar ama bizim Ted kısa sürede otopsilerde gösterdiği performansla bir anda özellikle çılgın kızıl Juliette (Lauren Lee Smith) başta olmak üzere herkesin dikkatini çeker.
Grubun başı Jake (Michael Weston) ise Ted'e uyuz olmaktadır. Onun ağzını burnun kırmak istemektedir aslında ama namına bok sürmek istememektedir. Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bu Jake ve tayfası saman altından su yürütmektedir, karda yürüyüp izini belli etmemektedir. Bu mahluklar her gece içlerinden birinin şehrin arka sokaklarındaki kimsesizleri kendi yöntemleriyle öldürüp, diğerlerininse ölüm şeklini bulmaya çalıştığı bir tür oyun oynamaktadır. Oyunun ardından ise kadavraları hastanenin krematoryumunda yakmaktadırlar.
Bizim Ted ise uslu çocuk olduğundan onlara pek takılmaz ama bir gece aniden kendini oyunun içinde buluverir bunda kalleş Jake'in parmağı vardır. Aklı sıra Jake , kendi cani ölüm yöntemlerinin Ted tarafından çözülemeyeceğini düşünmektedir fakat avucunu yalar. Ted her seferinde Jake'in eline verir ve birgün sıra Jake'de gelir ve bu oyun hunharca sürer gider. Tabii bizim jake az malın gözü değildir arada Jake'in yavuklusu Juliette'i de bonus niyetine götürür.
Sağolsun yönetmen koltuğunda oturan arkadaşımız Marc Schoelermann gerek sevişme sahnelerini gerekse otopsi sahnelerini uzun uzun göstermekten kendini alamaz. Madem korku filmi çekiyoruz kesin ulan, madem arada aşk var sevişin ulenn.
Bu arada Jake ise kendinin boynuzlandığının farkındadır ve Ted'e hodri meydan der ve ikisinin arasında korkunç bir rekabet başlar. Daha sonra tabii işler kontrolden çıkar.
Oyuncularımız filme hazırlık olsun diye patoloji uzmanlarıyla morgda kadavralar üzerinde birebir çalışmışlar. Bunu kedilerimi istedi yoksa yönetmenin zorlamasıyla mı yaptılar bilemiyorum. Ben şahsen kabul etmezdim. Alın filminizi başınıza çalın derdim. Her gün her patoloji laboratuvarında ve her morgda yapılan işlemler birebir filmde de uygulanmış. Acaba film gerçek bir hikayeden esinlenmiş olabilir mi?
Bu filmi izleyince aklıma Awake (Anestezi) [2007] geldi. İki filminde bir çok ortak noktası var. İkisi de hastane temalı, ikisinin de ilginç bir konusu var, ikisinin de iyi sayılabilecek kadrosu var ama maalesef ikisi de kötü senaryo ve yetersiz yönetmenlerin kurbanı olmuş. Çok güzel ve başarılı filmler olabilecekken vasatta kalmışlar. Herşeye rağmen ben özellikle Awake olmak üzere ikisini de beğendim. Korkuysa korku, heyecansa heyecan daha ne olsun.
Let's have a look inside

3 Eylül 2008 Çarşamba

I Heart Huckabees / Tesadüfler [2004]

Yönetmen David O. Russell tarafaından varoluşsal bir komedi olarak tanımlanan filmin kadrosu muhteşem. Wes Anderson'un has adamı, Rushmore [1998] daki çılgın öğrenci, The Darjeeling Limited [2007] filmini Wes Anderson ile yazıp hem de oynayan Jason Schwartzman açık alan ve doğa koruyucusu olan Albert Markovski rolünde, Boogie Nights [1997] filminin porno yıldızı Dirk Diggler'ı Mark Wahlberg hayatın anlamını arayan itfayeci Tommy Corn rolünde ve Albert Markovski'nin diğer parçası yani partneri , Jude Law Albert Markovski'nin mahalleyi işgalinden korumaya çalıştığı Huckabees Marketlerinin yöneticisi Brand Stand rolünde.
Brand Stand'in sevgilisi ise Mulholland Drive [2001] filminin de yıldızı olan Naomi Watts. Varoluşçu çılgın dedektif Bernard rolünde ise Dustin Hoffman ve ortağı rolünde Lily Tomlin var. Albert Markovski gün içinde 3 kere bir Sudanlı adamla farklı farklı yerlerde karşılaşınca bunun bir tesadüf olamayacağını düşünür ve emanet olarak giydiği bir cekette kartını bulduğu varoluşçu bir dedektif olan Bernard ve Vivian'a gider ve bu tesadüfler arasındaki ilişkiyi araştırmalarını ister.
Bu sırada açık alan koalisyonunda da Brand ile rekabet etmektedir. Brand her yerde Shania Twain hikayeleri anlatmaktadır ve insanları etkilemektedir. Albert ise kendini yazdığı şiirlerle ifade etmektedir ve insanlar onun şiirlerini beğenmemektedir. Daha sonra ortaya nihilist bir dedektif olan Caterina Vauban rolünde Isabelle Huppert çıkar. Vauban, Bernard ve Vivan'ın tam tersi görüştedir.
Bernard, çarşaf teorisinden yola çıkarak herşeyin birbiri ile bağlantılı olduğunu hiçbir şeyin teasdüf olmadığını savunmaktadır, bir nihilist olan Caterina ise Dünya'da hiçbir şeyin anlamı ve önemi olmadığını, Dünya'nın bir acı çekme yeri olduğunu savunmaktadır. Albert ve Tommy bu terslikten bir anlam çıkarırlar ve hidayete ererler.
Filmde klasikleşebilecek bir çok sahne mevcut. Örneğin Albert ve Tommy'nin Sudan'lı mülteciyi evlat edilen aileye misafir oldukları yemek sahnesi. Bu sahnede petrolden felsefeye, Albert'in ölen kedisinden plansız yapılanmaya, sosyalizmden Hitler'e ve diktatörlük yüzünden mülteci olan Sudanlıya kadar birçok konuda tartışılıyor. Ve tabii ki Bernard'ın Albert'i emzirdiği sahne.
Film bir durum komedisi yani filmde komik ve karmaşık olaylar ya da komik kelime esprileri yok. Filmde komik olan, ortaya çıkan durumlar, karakterlerin bu durumlar karşısında verdikleri tepkiler ve bazen ise bir bakış ya da duruş. Filmi izlerken Wes Anderson ve Paul Thomas Anderson filmlerindeki keyfi alıyor insan. Film sanki ikisinin elinden çıkmış gibi. İzlerken aynı tadı alabiliyorsunuz. The Darjeeling Limited [2007], The Life Aquatic with Steve Zissou [2004] ve Punch-Drunk Love [2002] filmlerinde de aynı tadı fazlasıyla alabiliyorsunuz.
Nihilizm ve varoluşçuluk arasındaki tartışmayı anlatırken yer yer felsefeye ve sosyalizme giren, yer yer uzay ve zaman arasındaki ilşkiyi irdeleyen, bunları yaparken Hollywood klişelerinden uzak duran ve beğenilme kaygısı olmayan cesur yönetmen David O. Russell'ı sineMASALkritik blogu olarak kutluyoruz.
Bu da I Heart Huckabees filminin fragmanı: