11 Haziran 2008 Çarşamba

Lost In Translation / Bir Konuşabilse [2003]

Evlilik hayatıyla biraz erken tanışmış ve kocasının peşinden geldiği ülkede, bir otel odasında canı sıkılan genç bir kadın Charlotte (Scarlett Johansson) ile, orta yaş bunalımı çizgilerinde dolaştığı, suratına yerleşmiş, tüm ifadelerinin gerisinden sıyrılıp tam orta yerde sabitlenerek, bezginliğini ve sıkıntısını gözler önüne seren gülümseme - ağlama karışımı haliyle aşikar olan bir adam olan Bob Harris 'in (Bill Murray), tesadüfler eseri, evden uzak bir yerde karşılaşmaları, tanışmaları, konuşmaları, biraz gezip tozmaları ve sonuç itibariyle birbirlerine kaçınılmaz bir şekilde alışmalarınından ibaret aslında anlatılanların tümü.
Bunun yanında, oyuncuların ikisi de çok başarılı bir şekilde, doğal olmanın ve kendileri gibi, içlerinden geldiği gibi davranmanın azami noktasında dibe vurmuş insanları canlandırıyorlar, en azından birbirlerine karşı. O kadar yavaş ve o kadar durgun bir film ki, en hareketli sahnenin bir diskoda eğlenildiği dakikalar olduğunu gözlemleyebilirsiniz.
Ya çok sevilecek ya da sıkıntıdan sonu getirilemeyecek filmlerden biri olduğunu düşünmekle birlikte, benim son dönemlerde izlediklerimin arasında en iyilerdendi diyebilirim. Coppola lardaki yönetmenlik yeteneği genetik olmalı diye düşündüm artık ve The Godfather Part 3 de nefret hissettiğim Sofia Coppola 'ya saygı duymaya başladım ciddi anlamda.
Çok olağan ve sıradan bazı şeylerin, aslında insan bünyesinde ne kadar beklenmedik ve karmaşık etkiler yaratabileceğini, o etkileri en iyi bilenlerin, yani bizzat yaşayanların gözünden anlatmaktaki üstün başarısıyla, takdire şayan bir performans göstermiş olduklarını düşünüyorum, gerek yönetmenin gerek oyuncuların.
(-amethysta, 31.05.2004 16:03 ~ 02.06.2004 15:46)
Hayatın olağan akışında anlamın yitirilmesinin, bunun peşi sıra gelen kopuşun asılı kalma durumunun(asıl olarak varoluş sıkıntısı olarak özetlenebilir) beklenilmeyen tanınmayan bir kişi tarafından giderilmesi ve bu derde deva kişinin mutlaka ve mutlaka karşı kıyıda olmasının öyküsü.
O kişinin o kişi olmasının nedenlerinin ruhun, bedenin bulunduğu mekanla ilişkili olduğunun ve bu kadar değerli işlevin bir insan için ömürde bir daha yakalanması zor olan uyumun geçiçi oluşunun ispatıdır bu film. O kadar ki dillerini bilmedikleri bir ülkede boğulma duygusuna teslim oldukları mekanlarda ancak birlikte varolabildiklerini anladıkları anda karakterler patetik bir ruh haline bürünürler.
Çevrelerine olan duyarsızlıklarının ikisini biz yaptığını anlamışlardır ve bu geçicidir sürdürülebilir değildir. Saf aşktır ama ömrü varlığı yoktur. O yüzden sevişip dejenere olmak istemezler(sevişmek dejenere olmak demek değildir, olağandır yalnızca, halbuki ikisi içinde olağanüsütü koşullar mevcuttur ve bu koşulların bağladığı yolda olağan bir davranış dejenere olmaktır). O yüzden çok iyi anlaştıklarını anladıklarında gözleri dolar. Bu yüzden birbirlerini bulmalarını sağlayan ülkeye, insanlara, sıfatlara, hayranlık duymaya başlarlar olağana sevgi beslerler.
İşte bu noktada her ikisi de kendi yaşantılarına dönmüşlerdir. Zira orada varolmaları yargıda bulunmaları ancak hayatlarına karılarına kocalarına sevgi duymaları ile mümkündür. Evet iki karakterde birbirlerini kurtarmışlardır. Hayatlarına geri dönerek olağanüstü uyumlarını yokederek sadece bir varoluş sızısı olarak hatırlayacakları bir macera olarak tanımlamak üzere birbirlerinden ayrılmışlardır.
Varoluş üzerine, kişinin her koşulda tözünü farketmek ve yaşamak zorunda oluşuna dair bir yapılmış en iyi film belki de..
(-avukatacam, 13.03.2006 01:25 ~ 14.03.2006 20:17)
Sade, berrak, abartısız denmiştir sanırım bu film hakkında. "Bu nasıl film?" diye çemkirenler de muhakkaktır.. Ama işte böyle "dürüst" filmler de var azizim. Adam, o kızı atacak yatağa zannettin di mi? O zaman "ne eğlenceli" bir film olacaktı? ya da kızı da alıp kaçsaydı "heyecanlı bir yol hikayesi" olacaktı belki? Ama bazen teğet geçer konular, enteresan olaylara.. Hayattaki gibi. Filmlerdeki gibi değil. Yönetmenler bazen insafa gelir. Hepimizi aldatmayı bırakırlar.. E bizi de aptal yerine koymamış olurlar böylece.. Bu da öyle bir film işte..
(-ebucan, 08.03.2007 11:38 ~ 16:54)
Özellikle Scarlett Johansson'un filmde görüldüğü her kare tabiri caizse birer kartpostalı andırıyor.
(-sorrowmybeloved, 02.09.2004 16:33)
Charlotte : - Burada ne yapıyorsunuz?
Bob : - Birkaç bir şey. Bir süreliğine karımdan kurtuluyorum, oğlumun doğum gününü unutuyorum, ve bana 2 milyon dolar ödüyorlar; böyle bir yerde viski reklamında oynamam için. Başka yerlerde oynama imkanımda varken.
Charlotte : - Ahh.
Bob : - İyi haber şu ki... Viski işe yarıyor.
Mr. Kawasaki: - Tokyo'ya hoşgeldiniz.
Bob : - Teşekkürler.
Mr. Kawasaki: - Adım Kawasaki.
Bob : - Tanıştığımıza sevindim. Adınızı duymuştum.:)

Hiç yorum yok: